GÖNÜL ANAHTARLARI
Nazım’ın hayatı boyunca vatan hainliğine devam ettiği gibi bazı insanlarda vatan bellediği yüreklere ihanetleri hayat boyu sürer. Şimdi size anlatacaklarım da bir maşukun aşığına ihanetidir.
İnsanların soluk yüzlerinden kaçtığım bu güzel sabahta, işe gitmeden önce anlaşmalı olduğumuz kargo firmasına geceden ulaşan kargolarımız vardı. Aciliyetlerinden dolayı dağıtıcının kargoları teslim etmesini beklemeden, erkenden kargoları elden teslim almaya gittim. Firmanın narin ve bir o kadar da işveli çalışanı Gönül’ün elinde bir tomar anahtarla kargo firmasının kapısında karşılaştık.
Gönül, çalıştığım şirketten bir arkadaşımdan hoşlanıyordu. Bu hislerini de çekinerek de olsa belli etmekten geri kalmıyordu. Gönül, bunca kalabalıklar içinde yalnızlığını gidereceği bir benlik veya bir gönüldaş arayışı içinde olduğu davranışlarıyla belli ediyordu. Yurtsuz kalmış bir mülteci gibi dilini anlamadığı kalabalıklardan kaçıp içinde yaşayabileceği bir vatan arıyordu. Soluk teni ve yepelek bedeni ile üstünde yaşadığı toprağa kök salıp göveremiyordu. Belki de bundan dolayı arkadaşıma bazen yakın davranırken bazen de anlam verilmeyen soğuk ve donuk davranışlar sergileyebiliyordu. Bu durum uzadıkça da ilgisi, hoşlantıdan ziyade kendisinin de anlam veremediği davranışlara evrilmişti. Bu tutarsızlıkları karşısında arkadaşım sürekli uzak durmaya çalışsa da kızın ısrarı ve isteği karşısında arkadaşımla görüşmeye başladı. Ama ne hikmet ise arkadaşım karşılık verdikten sonra bu ilişki, durağına varılan yol gibi anlamını yitirdi. Sanki amaç sadece ulaşma isteğiydi. Kendisine ilgi göstermeyene karşı kendisinin de ne hissettiğini bilmediği bir takıntıydı. Ulaşamamanın cazibesi, ulaşılarak cazibesini yitirmişti. Hayatına zorla girdiği adama ihanet etmişti.
Firmanın birçok bölüm ve depolarının anahtarları ayrı ayrı halkalara geçirilip büyük bir ıstakoz klipste birleştirilmişti. Bir arada bulunan bu anahtar tomarı, karışıklığı ve çokluğu ile tıpkı bir kamyoncunun, depocunun veya bir hırsızının belindeki anahtarları andırıyordu. Bizim kız da bu anahtar curcunası içinde uygun anahtarı bulup kapıları açmaya çalıştı. Anahtarların birçoğu şekil ve ebatlarından ve kapı kilidinin özelliğinden dolayı zaten elenebiliyordu. Ama bizim kız ısrarla, usanmadan karışık şekilde anahtarları kapı üzerinde deneyip durdu. Hatta anahtar deliğine uyumsuz olduğu şeklinden bariz belli olan anahtarları bile ikinci kes deneyip durdu. Bu yanlış yöntemle daha fazla denemenin anlamsız olacağını düşündüğüm için anahtarları rica edip kapıyı açmama müsaade etmesini istedim. Ama bu işi başaramamanın verdiği mahcubiyetle, konuşmaktan çok bezgin bir tıslamayla kapıyı kendisinin açmak istediğini belirtti. Bu duruma kayıtsız kalıp, ellerindeki anahtar şangırtılarını dinleyerek, ince ve zayıf ellerine yakışmayan bu anahtar tomarını izlemeye koyuldum. O an fark ettim ki bizim kızın yavru kuş pençelerini andıran zayıf elleri, kanı çekilmiş yaşlı bir kadının elleri gibi titriyor. Ama bu titreme başarısız anahtar deneyimlerinin yarattığı gerginlikten çok, üzerinde ağırlığını hissettiği gözlerin ve izlenmenin ağırlığıydı. Onu bu stresten kendimi ise bu umutsuz bekleyişten kurtarmak için kilidin markası ile aynı marka olan, şekil ve ebat olarak da ona uyumlu görünen iki anahtarı işaret ederek bunları denemesini belirttim. Ama o iki anahtarda da şansızlığı tuttu ki ilk denediği anahtar yanlış çıktı. O an bu denemelerin sonuç vermeyeceği duygusuna kendini tamamen teslim ederek, anahtarları bana uzatıp kapıyı açmamı istedi. Kapıya uyumlu görünen iki anahtardan yanlış olanı kendisi test ettiği için bana da uyumlu görünen son anahtarı deneyip kapıyı açmak kaldı. Nihayetinde de öyle oldu. Kapıyı ilk anahtar denememle açabilmenin şaşkınlığı Gönül’ün yüzüne soğukta atılan bir tokat gibi yapıştı. Bir daha bu olayı yaşamak istemediği için de titreyen çenesinden güç bela çıkan bir kaç sözcükle hangi anahtar ile açtığımı sordu. Aslında söylediklerini duyamamıştım bile ama öğrenmesini istediğim için söylenenleri bu anlamda zihnimde birleştirip doğru anahtarı ona gösterdim. Umarım bir sonraki kapı açma sırası ona gelene kadar yine unutmaz.
Sabah yaşadığım bu olay esnasında şu söz gönlümden dilime istemsizce döküldü: "E be Kızım! Daha elindeki anahtar ile bir bina kapısını açamıyorken, yüreğindeki sevgi ile gönül kapılarını nasıl açacaksın?" Ama ne yazık ki bilmiyorsun! Görünen bir kapıyı açmanın kolay, asıl zor olanın görünmeyen gönül kapılarını açmak olduğunu.
Bir bina kapısını açmak için kapının bir tarafından anahtar ile açmak yeterli iken, bir gönül kapısını açmak için gönlün her iki tarafından açılması gerek. Hem de birbirinden tamamen farklı iki anahtarla. Biri, kapıyı çalan misafirin diğeri de ev sahibesinin anahtarı. İkisinden biri istemezse denenecek bütün kapı açma denemeleri sonuçsuz kalır. İsterseniz yanınıza üç beş farklı anahtarda alın. Çünkü açmak istediğiniz gönül kapısı öncelikle içerden açılmalı.
Hepimiz biliyoruz ki amacımız elimizdeki anahtarla kapı kapı dolaşmak değildir. Çünkü asıl macera, gönül kapılarını açtırmak için kapılarını kurcaladığımız gönüllerin elimizdeki anahtarın doğru anahtar olduğuna inanıp kapılarını açtığında başlar. Eğer gönül kapısını bize açana saygı duyar, sever ve değer verirsek o kapı zorlu bir yola da açılsa mutlu bir geleceğe uzanır. Yok, gönül kapısını açana saygı duymayıp maymuncuk anahtarlarla kandırırsak işte o kapı umutsuz ve güvensiz bir geleceğe açılır.
Önceleri, yaptığımız bu yeltekliği kendimize de yaptığımızın farkında değilizdir. Zaman ilerledikçe, doğru anahtarı bulma denemeleri arttıkça, yaptıklarımızın tekinsiz sonuçlarını biz de gönlümüzde hissederiz. Bunun gibi bir kaç maymunca oyundan sonra artık gerçek manada ne sevebileceğimize ne de sevilebileceğimize inancımız kalır. Bundan sonraki hayatımızda da sevemediğimiz için sevilebileceğimize de inanmayız. Kendimizi ne yüreğimize ne de kaçıp sığındığımız başka yüreklere ait hissederiz. Öz vatanımızda birer paryaya dönüşürüz. Sonunda da kalabalıklar içinde kırk kilit ardına gizlediğimiz yalnızlık dehlizlerimize çekiliriz.
İşte 21. asrı bu tutarsız davranışlarımızla hep beraber yoğurduk. Ortaya sahteliklerin, yalanların asrı çıktı. Sevgi, saygı, değer kısaca güzellik adına ne varsa fastfood gıdalar gibi çarçabuk tükettik. Çünkü yeni tüketmeler için bize zaman gerekliydi. Daha kapısı çalınacak, maymunluk yapılacak çoook kapı vardı. Bütün bu kapı açıp kapatma denemeleri ardından da elimizde laçka olmuş kilitler ve yüreğimizde yalama yapmış anahtarlar kaldı.
Ama bunlardan utanılması gereken bir sonuç çıkarma zamanı gelmeli artık. Ya kapıları tıklamamalı ya da tıklama hakkını kendimizde bulduk, baktık ki kapı açılmıyor o zaman da kapıyı zorlamamalı. En önemlisi de anahtarımızın zorlamasıyla kapı açıldıysa saygı duymasını, sevmesini, kıymet vermesini bilmeli. Çünkü yeltek olmanın manası yok!
Ve şair, “Bilerek kaybediliyor anahtar ve ardından maymuncuk kullanmayı emreder asrımızın deniyordu.”* diyor.
* İsmet Özel
