LONG STORY SHORT- UZUN AŞKIN KISASI
Spiral döngü içinde bir yaşam süren başrol oyuncumuz. Hayatın karmaşasının farkında olmadan tek düze yaşamaktadır. Zaman sıçramalarının yaşandığı derin ve içinde birden fazla mesajın barındığı bir döngü içerisinde hapsolmuştur. Her yeni gün hayatının bir yılını geride bıraktığını fark etmeye başlamıştır. Bu hızlı serüven aslında kendisine sahip olduğu hayatın ne kadar da değerli olduğunu tekdüze yaşama geçmenin sadece kendi bakış açısından kaynaklandığını göstermeye çalıştığı derin bir film olarak karşıma çıktı.
Günlük Hayata Şikayet Etmek!
En yakın arkadaşının yaşadığı acıları bile gözünün önünde görmeden günlük hayatına şikayet ederek devam eden kahraman, kendi çocuğunun dünyaya gelişini zaman sıçramaları yüzünden kaçırmıştır. İlk başlarda erken bunama olarak kendi kendisine bir anlam yükleyen kahraman, zamanla neleri kaybettiğini fark etmeye başlamaktadır. Benmerkezci bir yaşam ile sonuca geldiğinde tüm sevdiklerini kaybettiğini ve pişmanlıklarını görüyoruz.
Fizik ve felsefenin yoğun olduğu, düşünme ve akıl yürütme mekanizmalarımızın son ibrede çalıştığı bu film içerisinde aslında bizlere hayatın ve varoluşun ne kadar kıymetli, değerli olduğunu göstermeye çalışmaktadır.
Geçen her bir saniyenin bile geri gelmediğini bilerek ama bunu unutarak yaşanan günlük hayat içinde aslında ruhsal, mental ve fiziksel olarak neler kaçırdığımızı veya neler kaybettiğimizi bizlere çok net bir şekilde anlatmaktadır.
Varoluşçuluk İzleri
Varoluşçuluk içerisinde kendimizi dinleme ve anlama yolunda güzel bir argüman olarak görünüyor. En yakın çevremize bile bu sistem içerisinde uzak davrandığımızı düşünürsek saniyede bile sevdiğimiz bir insanla neler kaçırdığımızı, en değerli anlarımızın ne kadar gereksiz olaylar içerisinde boğulduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Garip bir zaman yolculuğu içerisinde derin bir girdap ile anları kaçırmak kimliklerimizin ve benliğimizin beslenmesinde büyük bir boşluk hissi uyandırmaktadır.
Gerçekten bu zaman sıçramasını bir film olarak değil de, bir gerçek olarak yaşasaydık neyi kaçırdığımıza pişman olurduk?
İnsanları asıl besleyen maddeleşmiş kalıplar değil, sevdikleri ile geçirdikleri kaliteli zamanlardır. İyi bir ebeveyn, iyi bir arkadaş bunların başında gelmektedir. Ruhu doyum noktasına ulaştıran bu anlamlı yaşanmışlıklardır. Küçük bir anıyı kaçırmak bile insanların kendilerini bir anda yok saymalarına yardımcı olurken; materyalist bu dünya içerisinde neden spiral zaman sıçramasını biz yaratıyoruz?
Yalnızlık kadar ürkütücü olan bu durum ile karşı karşıya kaldığımızı varsaysak hangisini değiştirmek için bir şans daha isterdik. Tüm yaşamı en baştan yaşamayı mı yoksa yıkılan, yok olan kayıplardan geri gelmelerini mi?
Herkesin kendisine hediye edilen bu hayatları iyisiyle ve kötüsüyle sevmesini, yanlışlıkların kaçarak değil, sorunlarla yüzleşerek çözülmesini, tartışarak ortak yolun bulunmasını ortaya çıkaran bu film boşlukta kalan, yarım kalan bütün insanların izlemesi gereken bir film olarak karşımıza çıkıyor.
Pişmanlıklar ile sevdiklerinin arkasından keşkeler ile boğulmamak için zaman varken bir araya gelerek, dinleyerek, anlatarak ve konuşarak hayatı daha derin ve daha anlamlı yaşamak insanların ruhlarını da besleyecektir. Varoluşumuzu öncelikle bir enerjiye bağladığımızı kabul edersek, bize nefes olan enerjiyi istediği doyuma ulaştırdıktan sonra fiziksel olarak da bu doyumdan biz insanlar etkileneceğiz.
Ruhun Doyumu
Ruhu doyuma ulaştıracak kısım herkesin kendi içinde sakladığı bir inanç veya bir sevgiden ibarettir. Seçilen yol içerisinde kendisine anlam katacak ve kendisini tanıyacak yolları bularak veya imgeleyerek gerçek olana ulaşmak heyecanlı bir yolculuk olacaktır. Gerçeğe ulaşmak kişinin kendi içinde uyumaktadır. Bunu uyandırmak ta artık bireylerin ellerindedir. Ya kavramlar ve karmaşalar içerisinde yok olacağız, tek kalacağız ya da tüm bu algıları yıkarak varoluşun gerçekliğine, gerçek benliğe, doyum noktasına ulaşacağız.
“Adam aslında kadının insan şeklindeki bilinç altıydı-Long Story Short”
