SADAKAT VE GÜVEN ÜZERİNE: SADAKAT SADECE ALDATMAMAK MIDIR?
Sadakat deyince aklımıza; bizi aldatmış eski sevgililerimiz, bize kazık atan eski en yakın arkadaşlarımız veya arkamızdan bıçaklamış olan türlü türlü insan gelir. Peki bunları neden yaparlar, hiç düşündünüz mü? Önceki gece size ‘seni çok seviyorum, sensiz yaşayabilir miyim bilmiyorum’ diye mesajlar yağdıran eski sevgiliniz, ertesi gün sizi neden aldattı? Ya da ‘kanka ben senden önce gerçek arkadaş edinmemişim ya, iyi ki tanıştık’ diyen o sahte arkadaşınız, neden ilk fırsatta sırlarınızı ortaya döktü? Aslına bakarsanız ben de anlam veremiyorum böyle davranışlara. Haydi gelin, beraber bir sebep bulalım.
Öncelikle şunu söyleyerek başlamalıyım; aldatılmış veya kandırılmış olmak bizlerin suçu değil. O yüzden suçu kendinde arayan varsa, kısaca, aramasın. Ha, eğer size güvenmemeniz gerektiğini gösteren hareketlerde bulunulduysa, buna rağmen kandıysanız, artık insanlara daha mesafeli yaklaşmanızı öneririm.
İnsan karmaşık yapılı bir canlıdır. Huy, psikoloji, yetiştirilme tarzı veya hatta küçükken izlediği çizgi filmler bile insanın karakterini şekillendirir. Tahmin edersiniz ki yalan söylememeye doğru şekilde teşvik edilen bir çocuk bunu benimseyerek büyür. Kandırmaz, yalan söylemez, aldatmaz. Bir de ailesi tarafından ihmal edilmiş, yalana sığınmak zorunda kalan bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk diğer çocuğumuzun aksine, büyürken yalanı benimser. Aldatmayı, kandırmayı kendine huy edinir. Bazı insanlar ise sadece kötüdür. Güzel yetiştirilmiş olsa bile yalan söyler, kandırır, sadakatin ve güvenin ne olduğunu bilmez. İşte bu insanlardan birine denk geldiğinizde… Kaçın! Arkanıza bakmadan kaçın!..
Peki; sadakat sadece aldatmamak, kandırmamak, dürüst olmak mıdır? Bence değildir. Sadakat güvendir, bağdır, sevgidir, koruma duygusudur. En zor zamanınızda yanınızda olması gereken insan yanınızda olmadığında, size sadık mıdır? Size yalan söylemedi; sizi aldatmadı, kandırmadı. Yine de sadık mıdır? Belki de sadık olduğunu düşüneceksiniz. O zaman şöyle sorayım: Size destek olması gereken bir konuda -hayatınızın en zor dönemlerinden biri olmasına bile gerek yok- sizi yalnız bırakan bir insan, size sadık olsa ne olur, olmasa ne olur? İşte bu yüzden sadakat her şeydir. Sevgiden daha güçlü bir bağ varsa o da sadakattir, güven bağıdır.
Doğamız Gereği Güveniriz!
Sadakat ve güven hissinin en ağır bastığı ilişkiler, aile ilişkileridir. İnsanlar, en azından çoğu insan, başlarına bir şey geldiğinde ilk sığınmak isteyecekleri yerin ailelerin yanı olduğunu düşünür. Doğduğumuz andan itibaren korunup kollandığımız, iyiyi kötüyü paylaştığımız yerde kendimizi güvende hissetmemiz kadar doğal bir şey yoktur. Aile bakımından çok şanslı doğmayan insanlar ise bir arkadaşa, bir ablaya veya ağabeye, sevgiliye veya hatta hayvan dostlarına güvenip sığınmak isteyebilir. Doğamız ve yapımız gereği güvenme ihtiyacı duyarız. Kime güvendiğimizin aslında bir önemi yok, önemli olan o bağı kurabilmektir.
İşin bir de bu kurduğumuz bağın bozulması kısmına göz atalım. Güvenimizin kırıldığı bir anda hissedeceğimiz duygular az çok bellidir. Hayal kırıklığı, hüzün, şaşkınlık, öfke hatta belki de intikam isteği. Bütün bu duyguları belki aynı anda yaşarız, belki de ilk üzülürüz, sonra bu üzüntü büyük bir öfkeye veya kine döner. Bunu bilemeyiz, duygular insandan insana değişir. Fakat deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, güvendikleriniz tarafından çok fazla kez hayal kırıklığına uğrayınca alışıyorsunuz. Çok klişe gelebilir, ama gerçek. ‘Ne yapalım, onun karakteri de buymuş, tanıyamamışım’ deyip geçiyorsunuz. Elbette her seferinde üzülürüz, kırılırız; sadece her hayal kırıklığına uğradığımızda bu kötü duyguları biraz daha az hissederiz. Yine de her seferinde yeniden güveniriz, yeniden bağlanırız. Çünkü özünde, insanız. Güvenmek, sadık olmak; birinin bize güvenmesini, birinin bize sadık olmasını isteriz.
Vazgeçmeli miyiz?
Güven olgusu belki de insan yaratılışındaki çoğu kusurdan biridir veya belki de tam tersi, bizi daha iyi olmaya iten güzel bir olgudur. Nasıl olursa olsun güvenden, sadakatten kaçmamalıyız. Bize iyi gelmedikleri zamanda bile bizi büyütürler, olgunlaştırırlar. Bu ikiliden vazgeçtiğimizde, kendimizden de vazgeçmiş oluruz.
