TÜRKİYE’DE TELEVİZYONUN İLK ZAMANLARI
Türkiye’de televizyonun hayatımıza girdiği zamanlardan itibaren incelediğimizde aslında insanların çok fazla dikkatini çektiğini ve ilginin bir hayli fazla olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bazı çevrelerde ilk zamanlarda televizyona karşı günah, alınmaması gereken bir şey gibi tutumlar da sergilenmiş. İzlediğim bazı dizilerde, filmlerde de birçok kez televizyonun geldiği ilk yıllardaki insanların tepkisini görmüştüm. Vitrin camından hayranlıkla televizyona bakan çocuklar, tek bir alıcı olduğu için anteni sürekli evirip çevirip buzlu görüntüyü düzeltmeye çalışanlar, sadece tek bir kanal ( TRT ) olması ve gece İstiklal Marşı eşliğinde kapanması…
Babaannem ile muhabbet ederken de sık sık anlatır bana televizyon ilk geldiğinde nasıl şaşırdıklarını. Anlattığına göre komşular arasında televizyonlar satışa çıkarılmadan önce konuşulmaya başlanmış bile. Bir kutu satılacağı, oradan da insanları seyredebileceklerini konuşuyorlarmış. "Eskiden herkes televizyon alamazdı. Belirli kişilerde, maddi durumu iyi olanlarda vardı" diyor. İnsanlar da televizyonu olan tanıdıklarının evine televizyon izlemeye misafirliğe giderlermiş. Daha sonraları satışların arttığını birçok insanın evine televizyon aldığını belirtiyor...
Çocukluğumda çok fazla televizyon izlediğimi söyleyemem. Televizyona olan tutkum arkadaşlarımın beni parka oynamaya çağırdıkları an son bulurdu. Ben büyüdükçe internete olan ilgi artarken televizyona olan ilgi azalmaya başladı. Bunun en büyük sebebi ise insanlar programları saatinde izlemek yerine telefonlarından çok daha kolay bir şekilde istedikleri zaman istedikleri şeyi izleyebiliyorlar. Televizyon bazı eğlence programları açısından hoşuma gidiyor ancak eskiden olduğu kadar ilgimi çekmiyor.
Televizyon ilk çıktığı zamanlarda radyoya olan ilgi azaldığı gibi internet geliştiğinde de televizyona olan ilgi azaldı. Kısacası; zamanla geleneksel medyanın yerini yeni medya aldı. Hala pikap dinlemek, evdeki eski kasetlerle oyalanmak hoşuma gitse de artık insanlar tarafından pek de bir öneminin kalmadığını bilmek bir noktada garip hissettiriyor.
EDİT: FİGEN AKÇAYOĞLU
